Değişen Ben miyim? Ben Değişim miyim? - Betül Kara
Bugün kendime nasıl bir notum var diye düşünerek yazmaya başladım. Aklıma tek bir kelime düştü: CESARET. Neden mi? Önemli kararlar almak üzereyim. Bu da beni korkutuyor. Bu kararların sonunda bazı şeyler belki kökten değişecek.
Hayatımda değişim hep vardı. İş, ilişki, ev, saç, kıyafet, yeni hobiler…Başlangıçta korkutsa, ağır gelse de bazen ilk adımı ben atmasam da değişimin sonunda söylediğim cümle hep “iyi ki” oldu. Altı yıl önce yıllarca emek verdiğim ilaç endüstrisinden ayrılıp eğitim ve danışmanlık alanına geçtim. Kolay bir karar değildi ama şimdi iyi kilerimin başında yer alıyor.
Bu güzel bir yaklaşım. Geçmiş deneyimlere bakıp rahatlamak. Ama yeterli değil bence. Değişim karşısında hepimiz benzer tepkileri veriyoruz. Tıpkı yas süreci gibi. İlk kez Elizabeth Kübler-Ross tarafından 1969’da ortaya konulan modelin adımlarını tek tek yaşıyoruz. Önce bir şok ve hatta inkâr etme hali. “Bu beni etkilemez, bu ne ki…” Sonra işin rengi belirginleştikçe kızgınlık, öfke ve direnç gösteririz. “Bu haksızlık ama”. Sonra pazarlık başlar. “Bu tamam ama hiç değilse…” Pazarlıkta şansımız olmadığını fark ettikçe üzülür, depresif bir moda geçeriz. “Bittim ben, şimdi ne yapacağım?” Neyse ki zaman içinde durumu anlamaya, kabul etmeye başlarız. İşte bu noktada hayat yeniden başlar.
Bu geçişleri ve duygu değişimlerini yaşamamız çok doğal. Çünkü biz insanız. Belirsizlik bizi korkutur. Ya denge bozulursa ya kontrolü kaybedersem ya elimdekiler uçup giderse…
Evet değişimle birlikte belirgin bir acı çekeceğim biliyorum ama ya gizli gizli ve azar azar her gün çektiğime ne demeli? Konfor alanımızın bizi nasıl kısıtladığına, büyümemizi engellediğine ve potansiyelimizi nasıl baskıladığına?
Her şey hayat da dahil olmak üzere geçici. Ve her şeyin değişim ve hatta dönüşüm içinde olduğu bir dünyada sabitlik aramak dengemizi bozuyor. Buna rağmen ayakta kalmayı nasıl başaracağız? Bu durum karşısında nasıl bir tavır içinde olmalıyız?
Kendi iç yasalarımıza bakmaya ihtiyacımız var. İçerden gelen ses, değişim karşısında ne diyor? Bu ses benim mi, yoksa çevremdeki herhangi bir kişi mi (ailem, arkadaşlarım ya da yabancı biri) konuşuyor? Bu sesi duymayı seçiyorum. Ne söylediğini anlamaya çalışıyorum. Gerçek mi yoksa bir varsayım mı? Belki riskler var. Peki benim cesaret değerim bu denklemde nerede duruyor? Kendime güvenmeyi seçecek miyim? Yoksa bildiğim halde yapmaktan vaz mı geçeceğim? Cesaret, korkusuzluk değil ama korkuya rağmen adım atabilme halidir aslında.
Değişimin gerekli olduğunu anladığım ve kabul ettiğim zaman önemli bir aşamayı geride bırakıyorum ama henüz direnci yenemem. Yenmek için harekete geçmem gerekiyor. Bunun için kendimi ikna etmeliyim.
Tek bir yolu var bence. Hayata ve akışa güvenmek. Başıma ne gelirse gelsin hepsi benim yolculuğumun bir parçası. Hepsi bana bir armağan. Yani değişim ve gelişim karşısında teslimiyet içinde olmayı kastediyorum.
Üstelik direndiğim zaman yoruluyorum, akışın tersine gitmeye çalıştığımda enerjimi kaybediyorum. Yaşam enerjim gidiyor. Bu cümleyi kurmak kolay ama asıl olan içindeki gibi yaşamak dediğinizi duyar gibiyim. Haklısınız, hayat başından beri bize gül bahçesi vadetmiyor.
Peki nasıl bu güveni sağlayabiliriz? Nefes al, bir an için dur ve düşün! Hayat sana ne sunuyor? Bu değişimde senin için ne var?
Eğer bu sorular bizi sakinleştirirse, eminim şükür tarafına daha kolay geçebiliriz. Niye olmadı, neden benim istediğim gibi gitmiyor sızlanmaları bırakmak kolaylaşır.
Pema Chödrön der ki: “Her şeyin dayanıksızlığını kabullenip bu değişken duruma daha iyi uyum sağladığımızda aydınlanırız; yani gerçek doğamıza, özümüzdeki iyiliğe uyanırız.”
Tam da bu aşamada kendime bir notum var. Zamanı geldiği vakit hiçbir kimse ve hiçbir güç değişimi durduramaz. Ama hayatın dayatması yerine değişimi biz seçtiğimizde direksiyona da biz geçiyoruz. Kendi hayatımızın iplerini biz elimize alıyoruz.
Şimdi korkularıma rağmen küçük bir adım atmayı seçiyorum. Biliyorum gerisi çorap söküğü gibi gelecek. Elime bir günlük aldım, her sabah duygularımı yazıyorum. Kendime mektuplar. Bazen gözlerimi kapıyorum. Yeni durumu düşünüyorum. Yeni ihtimaller iyi hissettiriyor. Üstelik bu kez yalnız da değilim diyorum. Aldığım, alacağım destekler var; arkadaşlarım, ailem, belki profesyonel bir destek… Sıkıştığımı hissettiğimde derin bir nefes alıyorum, hatta sevdiğim şarkıları yüksek sesle ben de söylüyorum. Bana iyi geliyor.
Şimdi sorum size. Siz değişime nasıl tepki veriyorsunuz? Yıldınız mı artık, yoksa oyun gibi mi algılıyorsunuz? Dünden hazır gibi misiniz, yoksa korkuyor musunuz? Neye ihtiyacınız var?